İtalya'da sanat ve din birbirine o kadar bağlanmıştır ki, birbirlerinden farklı olarak telaffuz edilmesi asla düşünülemez. Ülke, manastırlar, kutsal yerler ve diğer tapınak yerleri bakımından oldukça zengindir: Umbria Bölgesinde Assisi (San Francesco), Napoli'nin yakınındaki Pompeii, Adriyatik kıyısındaki Marche Bölgesindeki Loreto, Palermo'daki San Rosalio, Padova'daki Sant'Antonio, Foggio yakınlarındaki Padre Pio in San Giovanni Rotondo bunların en önemlileridir.
Nüfusun % 95'i vaftiz edilmiştir veya çocuklarını vaftiz ettirmiştir. % 85'i de ergin yaşa geldiklerinde katolik dinine inandıklarını ilan ederler. İtalya'da yaklaşık 25.000'in üzerinde kilise veya manastır bulunmakta ve bu sayı ülkedeki belediye sayısının neredeyse üç katıdır. Yine İtalya'da 60.000 rahip ve 125.000 rahibe bulunmaktadır. Laikliğin etkisi ile din adamı olma oranı yaklaşık % 10 düşmekte, kiliselerde evlenme oranında da (hala çogunlukta olsa bile) belirli bir azalma
gözlenmekte, dolayısıyla belediyelerde yapılan evlilik oranında artış bulunmaktadır.
Dini görevlerini yerine getirme oranı da düşme eğiliminde olup 1950'lerde % 70 olan oran bugün % 30'lara kadar gerilemiştir. Bu oranın çoğunluğu kırsal kesimi oluşturmaktadır.
Geçmişte, İtalya Devleti ile Kilisenin ilişkileri dönüşümlü olmasına karşın, İtalya Krallığı kurulduktan sonra "Özgür Devletin İçinde Özgür Kilise" prensibini kabul etmişlerdir. Dolayısıyla, devlet, kiliseye sonsuz özgürlük verirken kontrolü de elden bırakmamıştır. 1929'da İtalya Devleti ile Kilise arasında "Patti Lateranensi" diye adlandırılan bir anlaşma imzalanır. Bu anlaşma ile Katolik dini ülkenin resmi dini ve Roma'nın kutsal bir şehir olduğu ilan edilir.
Bugün İtalya'da katolik dininden sonra en önemli ikinci din 2.000.000'den fazla kişi ile müslümanlıktır. Bunun nedeni, özellikle Kuzey Afrikadan ve son zamanlarda Balkanlar ile Orta Doğudan gelen göçlerdir. Ülkede, valdesi, metodist, battisti, luterani gibi farklı gruplara ayrılan protestanların sayısı 200.000, yahudilerin sayısı 36.300, budistlerin sayısı 30.000, ortodoksların sayısı ise 20.000 civarındadır. 'Testimoni di Geova' diye adlandırılan ve katolik dininden ayrılan bir gruba mensup kişilerin sayısı ise yaklaşık 300.000'dir.
Papa'nın Kabul Günleri ve Vatikan Şehri
Papa'nın kabul günü genellikle haftada bir kez (Çarşamba) Vatikan şehrinde, yazın ise Roma'ya yaklaşık 40km uzaklıkdaki Castel Gondolfo'da gerçekleştirilmektedir. Bu genel Kabul gününe katılmak için 'Prefetto della Casa Pontificia, 00120 Citta del Vaticano' adresinde bulunan büroya başvuru yapmak gerekmektedir. Katolik dinine mensup olanlardan
bağlı olduğu kiliseden bir yazı getirmesi istenmektedir. Papa'nın kabul gününe katılacak bayanlar, uzun kollu, başı kapalı ve sade giysiler giymek zorundadırlar. Koyu renkli veya dikkati çekmeyen elbiseler tercih edilmektedir. Erkeklerin ise koyu renkli ceket ve kravat ile katılmaları uygun görülmektedir.
Bir
Arastirma yazisi:
VATIKAN
Bilinmeyen Vatikan ve Papaları anlatan
bu yazı dizisine, “Vatikan Nedir?” sorusuyla başlamak kanımca yerinde ve
yararlı olacaktır. Türkiye’de Vatikan’ın adı bilinmekte ve/fakat gerçekte
“ne” olduğu geniş Müslüman kitle tarafından hiç bilinmemektedir. En iyimser
deyişle Vatikan, Papalarıyla birlikte anılan, Papa’nın yaşadığı yer diye
bilinen minik bir devlet olarak tanınmaktadır. Kuşkusuz bu kısa açıklamada
doğruluk payı vardır ama çok, hem de çok eksik bir tanımlamadır bu. Eksik
bilgilenme ise, herkes kabul eder ki, hiç bilgi sahibi olmamaktan daha
sakıncalı ve tehlikelidir. İşte Türkiye’de Vatikan’la ilgili bu eksik
bilgilendirmeyi biraz olsun giderebilmek amacıyla “Vatikan Nedir?” sorusuyla
girmekte yarar görüyorum.
VATİKAN DEĞİL LATERAN
Günümüzde Vatikan diye bilinen yerleşim alanı yeryüzündeki tek “Tanrı–Kenti”
statüsündedir. Vatikan bu özelliği nedeniyle “Kutsal–Kent”tir. Bu
Tanrı–Kenti aynı zamanda bir “Devleti” içinde barındırır. Vatikan
yeryüzündeki tek “Tanrı–Kenti ve Devleti”dir. Vatikan’dan başka
“Tanrı–Devleti” yani “Teokrasi” yoktur, fakat halen de kutsal sayılan bir
çok kent vardır. (Örneğin, Kudüs, Kom, Hinduların, Budistlerin ve
Şintoistlerin kutsal kentleri gibi).Vatikan’ın bugünkü statüsü 1870’de
İtalya’da bulunan Papa–Devletleri’nin, İtalyan Ulusal Birliği’nin
kurulabilmesi amacıyla ilga edilmeleriyle başlamış ve son hukuki şeklini
Faşist Diktatör Mussolini ile Vatikan’ın Dış İşleri Bakanı Kardinal Gaspari
arasında 26 Ekim 1926’da imzalanan “Concordat” (Mukavele) ile almıştır.
Böylelikle Vatikan İtalya’da “devlet içinde devlet” statüsü edinmiştir.
Vatikan’a tüm girişler Roma’nın sınırlarından yapılabilmektedir. Diğer bir
deyişle Vatikan, İtalya Devleti’nin tüm haklarından yararlanabilen fakat
kendi bayrağına ve egemenliğine sahip ayrı bir devlettir.Vatikan adı,
ilginçtir ki, Hıristiyanlığın ilk 1350 yıllık döneminde hiç ağıza
alınmamıştır. Çünkü 1267’ye kadar böyle kutsal sayılmış bir yerleşim alanı
yoktu. O zamana kadar Papalar Vatikan’da değil Lateran diye bilinen yerleşim
alanında otururlardı. Papalar yaklaşık 1000 yıl buradan yönetmişlerdi
Katolik alemini. 14. Yüzyıl’da Papalar, Fransa’nın şimdi tiyatro
şenlikleriyle tanınan Avignon şehrinde yaşamaktaydılar. Bunlar
Hıristiyanlığın en tartışmalı Papalarıydılar. Fransa kralları tarafından
korunan bu Papalar 13. Ve 14. Yüzyıllara damgalarını vurmuşlardı. Papaların
Vatikan’a geçişleri 1377 yılında, Avignon’daki Papaların sultasının
yıkılmasından sonra olmuştur. Bu nedenle “Lateran Kilise Kararları” daima
Vatikan kararlarına öncelik sağlamıştır. Bugünkü Vatikan’ın tesisi sırasında
da yine Lateran Sözleşmeleri (Treaties) rol oynamıştır.
MİNİK DEVLET=BÜYÜK GÜÇ
Bugünkü Vatikan, yerleşim alanı itibariyle, kalın surlarıyla birlikte 44
hektarlık bir alanı kaplamaktadır. Çevresindeki surlar bir saatte
dolaşılabilir. 1527’de İspanyolların işgaline uğrayan Vatikan’ın yıkılan
surları ve binaları yeniden inşa edilmişlerdir. Vatikan’ı İsviçreli Katolik
askerler, geleneksel giysileri içinde korumaktadırlar. Ünlü Devlet kuramcısı
Makyavel, aynı zamanda “prens” olan Papaların kendilerini paralı asker olan
İsviçrelilere korutmasını sert bir dille eleştirmişti. Ona göre bu paralı
askerler, kendilerine daha fazla para veren düşmanlara Papa’yı
satabilirlerdi. Makyavel’in dediği doğruydu. Nitekim bir kaç kez Papalar,
İsviçreli askerlerin ihanetine uğramışlardı. Ama yine de Papalar kendilerini
İsviçreli paralı askerlere korutmaktan vazgeçmemişlerdi. Nedeni de çok
ilginçti. İsviçreli paralı askerler ihanet etseler bile Vatikan’ın hiç bir
sırrını açıklamıyorlardı. Vatikan’ı gizemli bir Kilise–Devleti yapan budur
işte. Öğretiye göre “Vatikan’da öğrenilen sırlar öbür dünyada bile
açıklanmaz.” Vatikan’ın sırlarını açıklayanların ve nesiller boyunca
ailelerinin canları ve malları güvenlikte olmaz. Çünkü Vatikan gerçekten de
inanılması güç sırları barındıran, gizli geçitleri, şifreleri ve yeraltı
yollarıyla tam anlamıyla “esrarengiz” sayılan bir yerdir ve bu şöhretini de
yüzlerce yıldır sadece kendisine sakladığı sırlarının başkalarınca
öğrenilebilmesini önleyerek edinmiştir.
SİYASİ VE DİNSEL YAPTIRIM SAHİBİ
Vatikan, kendi pasaportu, kendi devlet kuruluşları ve bürokratları olan bir
devlettir. Nedir ki, bu devleti diğer devletlerden ayıran temel farklılıklar
vardır. Bunları kısaca sayalım.Vatikan Devleti’nin gece yerleşik nüfusu 600
kişidir. Bu sayı sürekli konuk sayılan kişilerle birlikte 1014 olur. Gündüz
nüfusu ise 3599’a yükselir. Bunlar Vatikan’da görev yapan işçiler ve diğer
memurlardır. Vatikan Pasaportu bizzat Papa tarafından verilir. Bu pasaport
geçicidir. Vatikan istediği zaman tek taraflı olarak iptal edebilir ya da
hiç vermemiş gibi kayıtlardan çıkartabilir. Pasaportun özelliği hiç bir ırk
ya da milliyet gözetilmeden verilebiliyor olmasıdır. Ne var ki tek koşulu,
pasaport alacak şahsın Katolik Kilisesi’ne kayıtlı dindar olarak tanınmış
bir Katolik olmasıdır.Vatikan’da altı dikkatle çizilmesi gereken bir özellik
vardır. Çoğunlukla devlet olarak bilinen Vatikan ile “Papalık Makamı” bir ve
aynı (özdeş) sanılmaktadır. Bu eksik bilgilenmedir. Papa, Katoliklerin başı
olarak yeryüzündeki tüm Katoliklerin “Kutsal Pederi”dir, ama sadece ve
sadece Vatikan Devleti’nin Devlet Başkanı’dır. Tüm Katolikler’in “Devlet
Başkanı” değildir. Bu görevinde Papa’nın bir Başbakanı, bir Senatosu ve
Bakanları vardır. Bunlar da siyasi yaptırımları itibariyle sadece Vatikan’la
tanımlı ve sınırlıdırlar. Ancak, dinsel yaptırımları itibariyle tüm
Katolikleri bağlarlar.
VATİKAN DEVLETİNİN BEYNİ “CURİA”
Devlet ve siyasi erk olarak Vatikan’ın en önemli ve güçlü kurumu,
“Curia”dır. Bu kurum Devlet olarak Vatikan’ın beynidir. Vatikan’ın 1983’de
kabul edilen en son Anayasası’nın (Code of Canon Law) 360. paragrafında
Curia, “Papa’nın adına fakat Kiliselerin hayrına ve yararına çalışma yapmakla
yükümlü kılınmış bir kurumdur.” Curia, Papalık Sekreteryası (Devlet
Bakanlığı); Kilise Kamu İşleri Konseyi (CPAC); Katolik Cemaatleri
(Congregations);Yargı Kurumları ve diğer enstitülerden oluşmaktadır.
Curia’yı oluşturan bu bakanların, deyim yerindeyse “sinir sistemi” Kilise
Kamu İşleri Konseyi’ dir. Vatikan’ın yukarıda sözü edilen Anayasasına göre
Curia, çok önemlidir ki, “Dini / Ruhani” bir kuruluş olarak değil,
tartışmasız “Dünyevi / Seküler” bir kuruluş olarak bizzat Tanrı tarafından
değil, bizzat insan tarafından oluşturulmuş bir birim olarak kabul ve tasdik
edilmiştir. Dolayısıyladır ki, Vatikan’ın bu dünya ile ilgili tüm işleri,
başta da siyasi, diplomatik ve ekonomik kararlarla, uluslararası ilişkileri
“Dinsel” değil, “Dünyevi” olan bu kurum aracılığıyla ele alınır ve
yönlendirilir.Curia ilk kez 1605’de diğer ülkelerdeki Kardinal
Büyükelçileriyle çalışan Devlet Bakanlığı olarak kurulmuş, daha sonra
1721’de kendi içinde tüm Papa Devletlerinin Başbakanlığı adı altında bir
makama sahip olmuştur. Papalığın Başbakanı aynı zamanda Dış İşleri
Bakanıdır. Şunu da belirtmek gerekir ki Curia, Tanrı tarafından öngörülmüş
bir kurum olmadığı için gerekli görüldüğü takdirde Papa’nın emriyle ilga
edilebilir.
KUŞBAKIŞI VATİKAN
Vatikan’daki “Tanrı–Devleti”nde irili ufaklı 200’den fazla bina vardır.
Vatikan’ın üçte biri bina, üçte biri park ve üçte biride kaldırımdır.
Papalık makamının bulunduğu yere Roma’yla Vatikan’ı ayıran ünlü Bronz
Kapı’dan girilir. Vatikan “Kent ve Devleti”ne giriş ise Bronz Kapı’nın
yaklaşık 300 metre kadar sağında yer alan Saint Anne Kapısı’ndan yapılır.
Araçlar ve halk Vatikan’a ancak buradan giriş yapabilirler. Kapılarda
İsviçreli Muhafızlar beklerler. Dilerlerse kimlik denetimi yapabilirler;
içeriye sokup sokmamakla serbesttirler. Bronz Kapı ise sadece önemli
törenlerde açılır. Bu kapıdan içeri girildikten yaklaşık 150 metre kadar
ileride genişçe bir avlu ile buna bakan mahzeniyle birlikte beş katlı bir
saray bulunur. Papalar işte burada otururlar. Pencereleri Vatikan’ın ve
dünyanın en ünlü ve görkemli binasına bakar. Bu bina St. Peter Kilisesi’dir.
70.000 metre karelik bir alanı kaplayan bu Kilise, Vatikan “Tanrı–Kent”in en
yüksek binasıdır. Bronz Kapı’nın tam karşı sınırında, Papa’nın helikopteri
için yapılmış olan küçük iniş pisti vardır. Onun sağında Vatikan Radyosu,
onun yanında da yabancı öğrencilerin kaldıkları yurt binası yer almaktadır.
Bu iki binanın arasında park bulunur. Park’ın ucunda “Curia” sarayı vardır.
Devlet olarak Vatikan buradan yönetilir. Parkın diğer alt yanına doğru
İlahiyat Akademisi (Kardinaller Koleji) bulunur. Burası bir bakıma Papalığın
Senatosu gibidir. Kolejin önünde Vatikan Müzesi, yanında paha biçilmez
arşiviyle Vatikan Kütüphanesi yer alır. Bunlara bitişik binada Vatikan’ın
“Laik Konsey” binası vardır. Vatikan’da bir de işçi sendikası vardır ve o da
bu binadadır. Papanın sarayının uzantısında ise Vatikan Bankası bulunur. Az
ilerisinde de Vatikan’ın resmi yayını olan “Osservatore Romano” gazetesinin
yönetildiği bina vardır.
--------------------------------------------------------------------------------
Vatikan'ın gizli ilişkileri [ Bölüm -2- ]
Vatikan’ın ve Papalığını tarihi sayısız cinayet,
entrika ve skandalla doludur. Vatikan’da gece sapasağlam yatıp sabaha ceset
olarak kaldırılmak su içmek kadar olağan bir durumdur
Vatikan’ın servetinin tam olarak ne kadar olduğu hiç bir zaman açıklanmayan
bir sırdır. Yıllık gelirleri bazı kalemlerde açıklanır, yaptığı açıklamalar
biraz da abartılarak gösterilir ancak mal varlığı tam olarak asla
açıklanmaz. Vatikan tam bir “Bezirgan” gibidir; daima gelirlerinin
azlığından yakınır ama ilginçtir ki her geçen yıl biraz daha zenginleşir,
biraz daha fazla para kazanır. Vatikan maliyesi yılda iki kez incelenir.
Mali komisyonda kardinaller vardır ve başkan da (Prefektür denir) Amerikalı
Kardinal Edmund Szoka’dır.
DÜNYANIN SERVETİ SIR EN KÂRLI ŞİRKETİ
Vatikan şu anda dünyanın en zengin devletlerinden biridir. Ünlü Vatikan
uzmanı Peter Hebblethwaite’nin dediğine göre de bu devlet hiç bir özel
girişimcinin ya da kapitalistin baş edemeyeceği kadar katı “Sosyalistce”
kurallarla yönetilmektedir. Aynı uzmana göre bu nedenle Vatikan yeryüzündeki
tek Sosyalist Tanrı–Devleti sayılmalıdır. Gerçekten de Vatikan’da hiç bir
devletin yapamayacağı bir “sistem” ve yönetim anlayışı yürürlüktedir.
Gördükleri işe göre dünyada en az maaş ve ücret alan insanlar buradadır.
Buna rağmen toplam 1000 kişiyi geçmeyen Vatikan bürokrasisi, 2500 işçisiyle
dünyanın en kalabalık dinsel topluluğunu (yaklaşık 900 milyon) hiç bir
aksama olmadan yönetmektedirler. Bu gerçeği yeni öğrenen bir Amerikalı
zengin kendini tutamamış ve “Aman Tanrım! Meğer dünyanın en kârlı şirketi
Vatikan’mış” deyivermişti. 600 kişinin yönlendirdiği 900 milyon insan
koşulsuz olarak Vatikan’a bağlıdırlar ve onun emirlerine tabidirler. Dahası,
onu korumak, geliştirmek ve gerçekte daha da zenginleştirmekle
yükümlüdürler. Bu emeklerine karşılık Papa’dan alabilecekleri tek “gelir”
her Pazar günü
Papa’nın onlar adına yaptığı şükran “Duası”dır, o kadar.
DÜNYAYI SARAN AĞ
Vatikan’ın doğrudan ya da dolaylı olarak sahibi olduğu veya yönlendirdiği
günlük, haftalık ve aylık 200’den fazla gazete ve dergi, 154 radyo istasyonu
veya emisyonu, 49 TV kanalı veya kablolu yayını bulunmaktadır. Bu yayınlar
24 saat süreyle bütün dünyayı bir ağ gibi sarmaktadırlar. Vatikan’ın
gelirleri başta her ülkedeki Katolikler’den kesilen Kilise Vergisi;
Aidatlar; Bağışlar; Şirket Gelirleri; Hisse Senedi–Tahvil–Bono gelirleri;
Bankacılık ve Faiz gelirleri; hediyelik eşya satışlarıyla elde edilen
gelirlerden oluşmaktadır. Basın yayından elde edilen reklam gelirleri de
epeyce tutmaktadır. Vatikan’ın diğer bir gelir kaynağı da Hıristiyanlığı
temsil eden kişileri, örneğin İsa’yı, Meryem’i, azizleri veya sembolleri
(Haç gibi) pazarlayarak kazandığı kazançlardır. Bu açıdan bakıldığında
Vatikan’ın kendi Tanrısı’nı (İsa) ve dinini en iyi pazarlayan holding olduğu
apaçık görülebilir! Vatikan’ın gelirleri sadece bunlar değildir. Vatikan,
dünyanın önde gelen bir çok şirketinde hissedardır. Çeşitli ülkelerde
sayısız gayrimenkulü vardır. Bir çok bankanın ortağıdır. Özellikle giyim ve
turizm sektörlerinde çok kâr getiren yatırımları vardır. Avrupa Birliği
içinde Vatikan’a bağlı olarak çalışan “Katolik Tekstil Sanayicileri Birliği”
onun çıkarlarının yöneticisi durumundadır. Benzer şekilde ayakkabı, yiyecek
ve enerji ile inşaat sektörlerinde de kârlı yatırımları ve ortaklıkları
vardır.Sözün kısası, 200 milyon nüfuslu ABD’yi yönetebilmek için sadece
Washington’da 250.000 devlet memuru bulunduğu düşünülürse Vatikan “Mucizesi
(!)” daha iyi anlaşılır. İhraç malı olarak sadece “Dualar ve Emirleri” olan
bir devletin dünyanın en kalabalık topluluğunu yönetip dünyanın en zengin
devletlerinden biri olabilmesi başka hangi sözcükle tanımlanabilir ki...
VATİKAN’DA İKTİDAR KAVGASI
Böylesine zengin ve güçlü bir devletin başında kim olmak istemez ki? Bu
nedenle Vatikan’ın içinde sürekli bir mücadele yaşanmaktadır. Vatikan’da
etkileri ve güçleri tartışılamayacak başlıca altı akım vardır. Bunlardan
ikisi “Laik”, dördü “Dinsel” niteliktedir. Laikler OPUS DEI (Tanrı’nın
İşleri demektir) ile Malta Şövalyeleri’dir. OPUS DEI, İspanyol asıllıdır ve
sadece 65 yıllık bir örgüttür. Buna rağmen günümüzde Vatikan’da en etkili
olan “Laik” kurumdur. Gizli bir örgüt olan OPUS DEI’nin tüm üyeleri Katolik
meslek sahiplerinden oluşmakta fakat her ülkede örgütten sorumlu bir
Kardinal bulunmaktadır. Vatikan pasaportu taşıyan bu Kardinaller’in
dokunulmazlıkları vardır ve sadece Papa’ya karşı sorumludurlar. Curia bile
bunlara diş geçirememektedir. Malta Şövalyeleri ise öncekinden çok daha eski
ve köklü, aristokratik bir örgüttür. Bu da önceki gibi kapalı devre işleyen
bir örgüttür ve ününü Türklere karşı Katolik inancını savunarak edinmiştir.
İlkin Rodos’ta kurulmuş, burası Osmanlı’nın eline geçince Malta’ya
sürülmüşlerdir. Türklüğe ve İslamiyet’e kökten karşı bir örgüttür. İlginçtir
ki bu sofu Katolik örgütü ölümünden bir yıl önce Turgut Özal’a özel statü
sağlayarak onursal üyelik beratı vermişti!
ENGİZİSYONUN MUCİDİ
Vatikan’ın iç siyasetinde ve çekişmelerinde dört dinsel akım etkili
olmaktadır. Bunlardan birincisi, Dominiken tarikatıdır. Bunlar için en
önemli olan husus kurum olarak Kilise’nin sürekliliğinin korunması ve her
koşul altında savunulmasıdır. Dominikenler, “Önce Kilise” diyen tarikattir.
Aristokratik ama aynı zamanda da gaddar ve dogmatik olmakla tanınırlar.
Ortaçağ’ın Engizisyon Mahkemeleri’ni bunlar kurdurmuşlar ve milyonlarca
insanı –özellikle de cadı diye nitelendirdikleri kadınları–
yaktırmışlardır. Dominikenler’in tam karşısında Fransiskan tarikatı vardır.
Bunlar içinse önce Roma’daki Kilise değil, “Önce Hıristiyanlık” gelir.
Fransiskanlar yoksullardan yana, din adına karşılıksız çalışan keşişler
topluluğudur. Onlar için önce Kilise veya Papa değil, Hıristiyanlığın
yeryüzünde egemen olması önemlidir. Üçüncü topluluk Fransiskanlar kadar
çalışkan ama Dominikenler kadar acımasız olabilen Cizvitler tarikatıdır.
Bunlar Katolik aleminin “Entellektüelleri” konumundadırlar. Bunlar için
önemli olan ise “Papalık Makamı”dır. Papaların kendileri veya Kilise’nin
kendisi değil, “Papalık Makamı”nın korunması ve savunulması öncelik
taşımaktadır. Cizvitler bu anlayışla bir çok Papa’ya karşı çıkmışlardır. Papaları yücelten OPUS DEI ile
Papalık Makamı’nı yücelten Cizvitler kavgalıdırlar. Cizvitlere göre OPUS
DEI, Papa–Tapınıcılığı (Papolatry) yapmaktadır. Cizvitler en hızlı misyoner
örgütüdür. OPUS DEI dördüncü akımın temsilcisidir. Onlara göre Papa’nın
kimliği, Kilise’nin de, Papalık Makamı’nın da üstündedir. Papa,
Tanrı–Krallığı’nın kutsal önderidir. Böylesine yüce bir mertebeye erişebilen
kişi de elbette “Olağanüstü” bir kişidir. Bu nedenle OPUS DEI, böylesine
olağanüstü bir kişi tarafından temsil edilen Vatikan Devleti’ni yüceltir ve
Kilise’yi ikinci planda görür. Vatikan Devleti’nin uluslararası “Resmi”
ideolojisi ise işte bu dört akımın ortak paydalarıyla oluşturulmuş olan ve
tüm Hıristiyan alemini bir çatı altında toplamayı öngören Ekümenizm
Hareketidir. Dorduncu dinsel tarikat ise Benediktus tarikatıdır.
KİRLİ İŞLERİNDE MAFYAYI KULLANAN DEVLET
Vatikan’ın ve Papalığın tarihi sayısız cinayet, entrika ve skandalla
doludur. Bugüne kadar gelip geçmiş 263 Papadan kaçının eceliyle, kaçının
cinayete kurban giderek öldüğü belli değildir. En yakın örnek, bugünkü
II. Papa John Paul’dan önce Papa seçilen ve sadece 33 gün Papalık yapabilen I. John
Paul’dur. Vatikan uzmanı araştırmacı David Yallop’un belgeleriyle
açıkladığına göre bu Papa Vatikan’ın içindeki bir “Konspirasyon=Fesat
Örgütü” ile “P2 Mason Locası”nın ortak girişimiyle öldürülmüştür. Vatikan’da
gece sapasağlam yatıp sabaha ceset olarak kaldırılmak su içmek kadar olağan
bir durumdur.Vatikan’ın özellikle 2 Dünya Savaşı sırasında güçlendirdiği
müthiş bir istihbarat ağı vardır. Vatikan’ın içinden çeşitli ulusların
–başta Fransa, Polonya ve Almanya– istihbarat örgütleriyle birlikte çalışan
Kardinaller çıkmıştır. Bunlardan bazıları daha sonra Papa yapılmışlardır.
Örneğin 1978’de eceliyle ölen Papa 6. Paul, gizli istihbarat örgütleriyle
içli dışlı olmuş bir Kardinal olarak tanınıyordu. Vatikan “Kirli” işlerinde
daima taşeron kullanan bir devlettir. Bu pis işleri temizlemek Mafia’nın
görevidir.Vatikan’ın siyaset aleminde de yarı–gizli yarı–resmi desteklediği
partiler ve siyasetçiler vardır. Bunlara en iyi örnekler Almanya’daki
CDU/CSU (Hıristiyan Demokratlar) ve İsviçre’deki CVP (Hıristiyan Halk
Partisi) çizgisidir. Vatikan’ın bu ve diğer bir çok siyasi yapıyla, örneğin
öğrenci ve işçi kuruluşlarıyla, organik bağları vardır. Bunlara yeri
geldikçe değineceğim. Vatikan, BM’de, UNESCO’da, FAO’da, AB’de ve OAS
(Amerika Devletleri Örgütü) de “gözlemci” statüsündedir.“Vatikan nedir?”
sorusunun gerçek yanıtı da işte bu ilişkilerdedir. Vatikan,
ekonomi–politiğiyle “Devlet Sosyalizmi”ni uygulayan –kendisi sosyalizme
karşı olsa da– bir Kilise Devleti’dir. Toplumsal–Tarihsel bağlamında ise
işlevleri itibarıyla “Dogmatik–Dinci” bir devlettir. Bu özelliğiyle de
günümüzde çok sık kullanılan Fundementalizm’in (köktenciliğin) çağımızdaki
en eski ve en güçlü temsilcisidir. Gerçekten de Vatikan, Dünya’da devlet
çapında örgütlenebilmiş ilk Fundamentalist Tanrı–Krallığıdır.
--------------------------------------------------------------------------------
Ateizmin kaynağı Vatikan[ Bölüm -3- ]
Ateizmin kaynağı bizzat Roma Kilisesi olup özellikle
de son 400 yılın ilk öncü Hıristiyan kökenli Ateistlerinin hep bu kiliseden
çıktıkları görüldü
Bütün dünyada kısaca Papa denilen şahsın resmi sıfatı Papa değildir. Üç ayrı
sıfatı vardır. Ve Papa’ya ancak bu sıfatlarıyla hitab edilebilir. Bunlardan
ilki, “Supreme Pontiff”tir. Bu, en üst düzeydeki ruhani önder anlamına
gelir. Roma İmparatorluğu döneminden kalma bir sıfattır. O dönemde
imparatorlar kendilerine “Pontifus Maximus” dedirtiyorlardı. Bu, en yüce
ruhani ve dünyevi buyurucu anlamına geliyordu. İmparatorluk yıkılıp
Hıristiyanlık egemen din haline gelince Papalar kendilerine geçmişteki
imparatorlar gibi bu sıfatı taktılar. Papaların resmi evraklarda ve
belgelerde kullandıkları ilk sıfatları budur.İkincisi Papalar, “Roma
Başpiskoposu”durlar. Dikkat edilirse Vatikan’ın değil, 1926’ya kadar
Kutsal–Kent statüsünde olan Roma’nın başpiskoposudurlar. Bu sıfatı özellikle
Doğu ve Ortodoks Kiliseleri tarafından öne çıkartılır. Ortodokslar Papa’ya
yazılı metin göndermek isterlerse en fazla “His Holliness Pope” diye
yazarlar ve bununla da makamının önemli ve kutsal olduğunu vurgulamış
olurlar, kendisinin değil. Papalar’ın üçüncü sıfatı ise “Holy Father (Kutsal
Peder)”dir. Bu sıfat onların belki de en eski, en anlamlı sıfatıdır.
Hıristiyanlığın ilk yüzyılından kalma, siyasi ve ideolojik olmaktan çok
sempati toplamak amacıyla verilmiş sembolik bir babalık mevkiidir. Kutsal
Peder nitelemesi aynı zamanda Ana (Bakire) sayılan Evrensel Kilise’yle
(Katolik demek Evrensel demektir) evli oluş anlamına gelir. Diğer bir
deyişle sembolik olarak Ana’dan (Kilise) doğmadan yani Vaftiz olmadan Kutsal
Baba’nın evladı olunamaz. Papalar’ın Hıristiyan olmayan devlet ve siyaset
adamları için de ayrı bir sıfatı vardır. Örneğin Müslüman bir devlet adamı
Papa’ya doğrudan yukardaki üç sıfatla hitab edemez. “His Holliness” veya
“Your Holliness” demek zorundadır. Yani, temsil ettiği makamı itibariyle
Kutsal sayılan kişi olarak tanımlanır. Benzer şekilde Kardinal Büyükelçiler
için de “Ekselans” denilir. Diğer Kardinallere de “Monsenyör” denilir. Bu
hitaplar çok önemlidir. Bunların ne zaman, kime, nasıl kullanılacakları
bilinmeden Vatikan mensuplarıyla
görüşme yapılamaz.
PAPALAR VE MODERN DEVLET
Papalık ve daha sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan Papalık Devletleri
yüzyıllar boyunca dünya siyasetine ve askeri, diplomatik ve ekonomik
dengelere yön vermişlerdir. Papalar’la Müslümanlar ve Osmanlılar arasında
çok yoğun ilişkiler kurulmuş, karşılıklı askeri ve siyasi girişimler
yapılmıştır. Bunlara ilerde değineceğim. Ama önce Papalık kurumunun günümüz
dünyasına armağan ettiği en önemli toplumsal–tarihsel gelişmelerden birinin
üzerinde durmakta yarar vardır. Bu, “Modern Devlet” veya diğer bir deyişle
“Ulus Devleti” fikri ve oluşumudur. Papaların ve onların devletlerinin
günümüzde etkili olan Ulus Devleti’ni yapan temel taşları hazırlayanlar
oldukları inanın bir çok toplumbilimci tarafından dahi bilinmez. Ama gerçek
budur. Ulus Devleti’ni ortaya çıkartan ve yaşatan kurumların tamamına
yakınını gerçekte ilk kez Papalar ve onların “Kilise Hükümetleri” bulmuşlar
ve tarihe aktarmışlardır. Bu nedenle Roma Kilisesi, Batı Avrupa’da ortaya
çıkan Ulus Devleti’nin öncüsü durumundadır. Örneğin, Ulus’u “Devlet” yapan
en önemli kavramı, “Egemenlik” kavramını ilk kez formüle edip bunu
“Hükümdarların Uhdesine” veren yine bir Papa, 2. Pius olmuştur. Bu Papa
1453’de İstanbul’un Osmanlı’nın eline geçmesi üzerine “Egemenlik” kavramının
imparatorlara ait olduğunu bir belge yayınlayarak onaylamıştır.Papalık
tarihi araştırmacısı Paolo Prodi’nin belirttiği gibi Roma Kilisesi, günümüz
Batı Hıristiyan aleminde yer alan modern devletlerin temel esaslarını
oluşturan yargı sistemlerini; üst mahkemeleri; hiyerarsik yargı kurumlarını
ve pozitif hukuku Avrupa’ya ilk sokan kurumdur. Daha önce ne krallar ne de
halk bu tip bir yargıdan ve hukuktan haberdardılar. İlginçtir ki ilk
avukatlar da Kilise’den çıkma papazlardı. Bunlar Prensler’in ve Krallar’ın
himayesine girerek o yüzyıllarda çoğunluğu okuma yazma dahi bilmeyen
kralların Kilise karşısındaki haklarını ve toprak bütünlüklerini
savunmuşlardı. Avrupa’da ilk sınır belirlemeleri işte bu Papaz–Avukatlar’ın
bilgileri ve gayretleriyle oluşmuştu. İkincisi, Papalık tüm Avrupa’da ilk
kez toplu vergilendirme yöntemini uygulamaya sokmuştu. Ayrıca Roma Kilisesi,
tarihte ilk kez Dış İşleri Bakanı kullanmış, elçilik ve konsolosluklar tesis
etmiştir. İlk kez paralı asker kullanan, düzenli ordu kuran da onlardı.
Matbaa ve yayıncılık alanında gelişmeler yaptırmış olan da oydu. Benzer
şekilde ilk “Yasak Kitaplar” listesini (Index) hazırlatan da oydu.
Postacılık da ilk kez onlar tarafından örgütlenmiş, dağıtım ağları
kurulmuştu. Para basımı tekniğini geliştiren ve ilk kez “Senet” kullanımını
yasal faizlere uygulayan da oydu. İlginçtir ki, Avrupa’da cinsel hayatı ve
genelevleri de Roma Kilisesi yönlendirmişti. Volter’in yazdığına göre
Paris’teki genelevler bizzat Katolik Kiliseleri tarafından “sağlık”
denetiminde genelevlerinin daha temiz ve kızlarının da daha sağlıklı
olduklarını duyuran ilanlar veriyorlardı.!
DİN, PAPALIK VE ATEİZM
Gerçekten Ateizm’in kaynağının bizzat Roma Kilisesi olduğunu söylesem
şaşardınız, değil mi? Nasıl olur da Tanrı’dan başka güç tanımayan ve onun
adına kurulduğu ve hareket etmekte olduğu varsayılan bir kurum, Kilise,
Tanrıtanımazlığın kaynağı olur? Ama olmuştur. Özellikle de son 400 yılın ilk
öncü Hıristiyan kökenli Ateistleri hep bu kiliseden çıkmışlardır. Özellikle
de 15. ve 16. yüzyıllarda papazlık eğitimi görmüş, yıllarca Hıristiyanlığın
“Tanrısı” için çalışmış fakat hayatlarının belli bir dönemine gelince
Ateizm’e geçmiş ve bu kez de aynı Tanrı’ya karşı amansızca mücadele etmeye
başlamış sayısız papaz vardı. İşte sizlere bunlardan adı gündelik hayatta
geçirilmeyen, sadece Vatikan kayıtlarında bulunan ve 34 yaşındayken 1619’da
Ateizm suçlamasıyla yakılarak idam edilmiş olan böyle bir papazın kısa
öyküsü. Avrupa’da Ateizm’in tarihini belgeleyen araştırmacı Nicholas
Davidson’un Vatikan kaynaklarından çıkarttığı Giulio Cesare Vanini 1585’de
doğmuştu. Ailesi onu küçük yaşında Cizvitler’in yönettiği okullara göndermiş
sonra da yine aynı tarikatın yönettiği Napoli Üniversitesi’ne sokmuştu.
1603’de Vanini, çok sofu ve oldukça gizemli bir tarikat olan “Karmelitler”e
kabul edilmişti. 1606’da Vanini Karmelit keşişi olarak hukuk doktoru
olmuştu. 1608’de Padua’ya, buradaki üstün başarısından dolayı da 1611’de
Venedik’e atanmıştı. Ama ne olduysa bundan sonra olmuştu. 1612’de
Karmelitler’le bozuşan genç adam İngiltere’ye kaçmak zorunda kalmıştı. Fikir
ve din suçlusu sayılan Vanini burada Hıristiyanlığın Tanrısı’nı (İsa) kabul
etmediğini ilan etmiş ve bu görüşlerini yaymak için Hollanda’ya, Liyon’a ve
Paris’e gitmişti. Bu arada iki kitap yazmış ve bunlar 1615–16’da
yayınlanmıştı. Özellikle ikinci kitabı, De admirandes’de öne sürdüğü
fikirler günümüzde kendisini keskin Ateist sanan bir çok tatlısu
entellektüelinin dudaklarını uçuklatacak mahiyetteki fikirlerle doludur.
Vanini, aynen, kendisi madde olmayan bir Tanrı nasıl olur da maddi bir dünya
yaratmış olabilir ki diye sözüne başlamış ve eklemişti: “Sonsuz olan
Maddedir, Ruh değildir” Benzer şekilde cin, peri ve şeytanın bizzat Kilise
tarafından uydurulmuş gerçekte varolmayan yaratıklar olduklarını söylemişti.
Vanini, “Beleş” yaşamak isteyen papazların halkı korkutmak amacıyla böyle
yalanlar söylediklerini göstermişti. Kutsal Kitap’ta yer alan “Doğuş”
olayıyla alay eden Vanini, kendi görüşünü şöyle özetlemişti: “İnsan
hayvandan gelmedir, onun ileri bir aşamasıdır, temizidir. Sizler de Doğa’dan
başka hiç bir güce sakın tapmayın. En büyük ve tek güç madde ve doğadır.”
Vanini görüşlerini anlattıktan sonra vargücüyle Hıristiyanları
“Dinsizleştirmeye” adamıştı kendisini. Söz konusu kitabı bugün bile
Vatikan’ın yasak kitapları listesindedir, hem de aradan 380 yıl geçmiş
olmasına rağmen.Papazlıktan dönme Ateist Vanini bunları yazdığı zaman (1614)
ne Darvin’in vardı evrim kuramını geliştiren, ne Karl Marx vardı Madde’ye
felsefi sonsuzluk kazandıran, ne de günümüzün modası “Doğa Tapıcısı”
yeşiller ve çevreciler... İlginçtir ki günümüzde kendisini keskin Ateist
sanan biri, futbolcu Maradona’yı veya baldır–bacak şöhreti Madonna’yı daha
fazla tanımak için onlarla ilgili her yazıyı okuyabilir ama Vanini’nin
hayatını merak edip okumak isteyeceğini hiç sanmam.
KİLİSE İLE MANASTIR KAVGASI
Katolik Kilisesi (Roma) ile ona bağlı olan manastırlar daima birbirlerine
zor tahammül eden kuruluşlardır. Dolayısıyla Katolik Hıristiyanlık’ta alttan
alta ve konunun dışındakilerce bilinmeyen bir Kilise–Manastır çatışması
yaşanmaktadır. Katolik aleminde, Türkiye’deki okurlara anlatabilmek için bir
ayrım yaparak söylersek, Papazlar ile Keşişler (Monks) arasında çatışma
vardır, diyebiliriz.Kilise’de, yaptığımız bu kaba hatlı ayrıma göre iki tip
din adamı vardır. Bunlardan çoğunlukla “Priset=Papaz” diye bilinenlere
“SEKÜLER” denilir. Bunlar Kiliseler’de görevlidirler ve insanların gündelik
işleriyle uğraşırlar. Ana hatlarıyla söylersek bu papazların ilk hedefi
dünyayı ellerinden geldiğince “insancıllaştırmak” tır. Dolayısıyla gündelik
siyasetle, sendika hareketleriyle, işçi–öğrenci eylemleriyle, bankacılıkla,
teknolojiyle vd. ilgilenmek zorundadırlar. Çünkü bunları bilmeden
Kiliseleri’ne gelen Katoliklere yardımcı olamazlar. Bu bakımdan, örneğin
futbol maçına gidip amigoluk yapan papazlarla, diskoteklerde şarkı söyleyen
rahibelere sıkça rastlanılır.Ama keşişler böyle değildirler. Onlar,
kendilerini kapattıkları manastırlarından çıkmayı pek sevmezler. Gündelik
basını bile çok ender izlerler. Dış dünyayla olabilecek en az şekilde
ilgilenirler. Hatta bir çok manastır, kendi yiyeceğini, kendi giyeceğini
kendisi üretir, dışardan almaz. Televizyon gibi, bilgisayar gibi “modern”
teknolojiyle pek ilgilenmezler. İşte biraz genelleştirerek tanımladığımız bu
din adamlarına da “Regulars” (Müdavimler, Daimiler) denilir. Bunlar
günlerini yoğun ibadetle geçirirken, örneğin Miami’deki bir Katolik papaz
aynı saatlerini bir beyzbol karşılaşmasında etrafına topladığı güzel
kızlarla amigoluk yaparak geçiriyor olabilir.
KÖYLÜLERİ AYAKLANDIRAN KEŞİŞLER
Özellikle 11. ve 12. yüzyıllarda Papa seçimlerinde işte bu iki ayrı gurup
arasında çok yoğun mücadeleler geçmiştir. Roma Kilisesi’ne karşı en ağır
eleştirileri manastırlarda kalan keşişler başlatmışlardır. Onlara göre her
geçen gün zulmünü arttıran ve zenginleşmeye doymayan Kilise ve onun Papaları
Hıristiyanlığı yozlaştırıyorlardı. Avrupa’daki ilk köylü ayaklanmalarını
kışkırtanlar ve yönlendirenler keşişler olmuştu. Köylüleri Kilise yıkmaya ve
yakmaya çağıran keşişler Papa’nın tartışılmaz otoritesini sarsmışlardı. 13.
ve 14. yüzyıllarda ilk kez feodal prenslere ve krallara sığınarak onları,
artık diktatörleşmiş olan Papalara karşı örgütlemişlerdi. 15. ve 16.
yüzyıllarda Avrupa keşişler tarafından kışkırtılmış, Papalar ve onlara bağlı
Prensler tarafından soyulmuş köylülerin isyanlarıyla doluydu.18. yüzyıla
gelindiğinde Fransa’da patlayan ihtilal, Kilise/Manastır çekişmesini de
Kilise lehine sona erdirmişti. Fransa’da “Laiklik” işte ilk kez resmen
Kilise/Manastır çekişmesine son vermişti. Kilise, Fransız Laisizmi’nin
esasını teşkil eden din adamı düşmanlığı (Anti–Klerikalizm) konusunda
Manastırları ve daima asi davranmış olan Keşişleri ihtilalcilerin önüne
itmişti. Böylelikle binlerce keşiş öldürülmüş ve manastırlara ait tüm
malvarlıkları Devlet’e devir edilmişti. Daha sonra Kilise bunların bir
kısmını yine kendi malları arasına katmakta gecikmemişti. Sonuçta özellikle
Fransa’da ve diğer Katolik ülkelerde manastırların etkileri zayıflamış ve
yoksullaşarak bir çoğu kapanmak zorunda kalmışlardı.
--------------------------------------------------------------------------------
TÜRKİYE’Yİ BEKLEYEN GELİŞMELER
Türkiye’yi bekleyenlere gelince. Almanlar için önemli olan tıpkı tarihte
kendilerinin yaptıkları gibi Türkiye’de İslamiyet’in lokalleşmesini
istemekte ve bu yönde çalışmalar yapmaktadırlar. Fransa ise Türkiye’deki
Laikliğin bekçisidir. Dolayısıyla Devletçi Laisizm’in her ne pahasına olursa
olsun korunmasından yanadır. İngiltere bu iki görüşe karşıdır ve Türkiye’nin
önderliğinde yeniden bir Hilafet kurulmasına sıcak bakmaktadır. Amerika ise,
Türkiye’de artık Devlet’in değil, Liberalleşmiş bir Anayasa’nın en üst değer
olarak tanınmasını ve bu anayasanın sınırlarını çizdiği İnsan Hakları
çerçevesinde, Fransızlarınkinden daha özgür ve özerk bir “Din ve Vicdan
Özgürlüğü”nü yerleştirmek istemektedir. Türkiye önümüzdeki yıllarda işte
Batı’dan gelecek olan bu “İslam”la daha çok tanışacaktır...
Araştırma: Aytunç ALTINDAL
- Kaynak: netpano.com
|