İtalya   Gezilecek Yerler   Faydalı Bilgiler   İtalya ile Ticaret   Rezervasyon

 

 

 

ALTIN KAPININ ARDINDA UNUTULANLAR


 Ecz. Emel ALTAN EGE

 

 

İlk çağlarda, kentlerin, ırmakların, denizin, gemicilerin koruyucu tanrıları vardı. Bu  tanrılar/tanrıçalar adına tapınaklar inşa edilirdi. Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu topraklarında yayılmaya başladığı yıllarda ise, pagan gelenekleri yavaş yavaş bu yeni dine adapte edilerek halkın kolaylıkla benimsemesi amaçlanmıştı. I. Konstantinos her ne kadar ölüm döşeğine kadar vaftiz olmadıysa da, dindar annesi Helena’nın etkisinden mi bilinmez, yeni başkenti Konstantinapolis’e yerleşmeden önce tüm mal varlığını Roma Kilisesi’ne bağışlamıştı. Pazar gününü yine Güneş’e adayarak Hıristiyanlar için de “Kutsal Gün” ilan etmesi anlamlıydı.

 

Tanrılardan azizlere...


İsa’nın çarmıha gerilmesinin ardından Hıristiyanlığın tüm Roma topraklarında resmi din olarak kabulüne kadar geçen süre içinde Hıristiyanlığa inananlar pek çok şehit vermişlerdi. M.S. 5. y.y.dan itibaren bu din şehitlerinin aziz ilan edilmeleri, adlarına kiliseler yapılarak “kutsal emanet” sayılan saç teli, diş, kemik, giysi ve diğer eşya parçalarının bu kiliselerdeki özel bölümlere  yerleştirilmesi bir gelenek olmuştu. İnanışa göre de, bu kiliselerin bulunduğu kentler o azizlerin koruması altına girmişti. (Konstantinapolis’in koruyucu azizesi Bakire Meryem’di.) Başka bir deyişle, artık kentlerin koruyucu tanrıları değil, koruyucu azizleri vardı. Azizler, tanrılarla yer değiştirmişti.      

 

İsa’nın havarilerinden olan Petrus (Pietro), henüz paganlığın hüküm sürdüğü dönemde, çoğunluğu okuma yazma bilmeyen halka İsa’yı ve mucizelerini anlatabilmek için resimleriyle ünlenen Yusuf’tan yardım istemişti. Roma İmparatorluğu’nun dört bir yanında pagan tapınaklarıyla Hıristiyan bazilikaları yer değiştirmeye başladığında da bu resimler binaların tavanlarını, duvarlarını ve panoları süslüyordu. İsa’yı, hayatını ve mucizelerini anlatan altın mozaiklerle gösterişli biçimde bezenen kiliseler 6. y.y.dan itibaren daha kalabalık gurupların akınına uğramaya başladı. Bağışlar sayesinde gitgide zenginleşen kiliselerin artık vaftizhaneleri, dispanser ve hastaneleri, yetimhaneleri, imarethaneleri, huzurevleri, en önemlisi de manastırları vardı. Manastırların kendi kütüphaneleri, kütüphane görevlileri, hazineleri, kitap yazma-bezeme-resimleme-ciltleme atölyeleri bulunuyordu.   

 

Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun tüm topraklarında resmi din olmasını sağlayan I.Theodosius’un M.S. 450’de ölümünün ardından Konstantinapolis’te “Doğu Konsülü” olarak bulunan Studios, 454’de Vaftizci Yahya adına kutsanmış olan Hagios Ioannes Prodromos Kilisesi’ne bağlı Studios Manastırı’nı kurdu. İlk kitap çoğaltım işliği yani Scriptorium burada kuruldu. Zaman içinde, buradaki rahip ve keşişlerin hazırladıkları değerli el yazmaları ve emsalsiz ikonalar imparatorluğun her yerinde ünlenmişti. Diğer manastırlar gibi, bu kilise ve manastır da bu sayede gitgide gelişti, zenginleşti ve güçlendi.

 

Manastırın gücü...


Bu arada, imparatorluk içinde büyük mücadeleler yaşanıyordu. Paganlıktan Hıristiyanlığa geçişin ardından sağlanan din birliği imparatorluğun siyasi birliğini sağlamaya yetmemiş, önceleri Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılan Roma İmparatorluğu’nda özellikle Gotların, Perslerin ve Arapların istilalarıyla bir çok önemli merkez elden çıkmıştı. Batıda, İtalya yarımadasında Lombard saldırıları sonucunda hayli toprak kaybedilmişken, Ravenna ve Venedik merkezli, birbirinden kopuk küçük toprak parçaları Doğu’nun hakimiyetine girmişti. Venedik Lagünü çevresinde bulunan 12 merkez, Lombardlar’a tek bir güç olarak direnme kararıyla birleşerek Grado Patriği’nin önderliğinde, 697 yılında ilk kez “12 Başı” yani Doç (dozi, dux, doge) unvanıyla Paoluccio Anafesto’yu seçti ve Heraklea bu dükalığın ilk merkezi oldu. M.S. 717’de ölen Doç, Batı Roma İmparatorluğu’nun yeniden güç kazanması için çok çabalamıştı. Bu durum, Konstantinapolis merkezli Doğu İmparatorluğu’nda hiç de hoş karşılanmadı.

 

“Basileus eimi kai hierus eimi” yani “ Ben hem imparatorum hem rahibim” 


Bu sözlerin sahibi Suriye doğumlu komutan III. Leon Doğu imparatoru olarak tahta çıktığında öncelikle Doğu’daki saldırılarla baş etmeye çalıştı. Ancak, erkekler savaş meydanına gitmektense manastırlara katılmayı tercih ediyorlar, kiliselerin büyük arazilerinde tarımla ya da elişleriyle uğraşıyorlardı. Savaşlar nedeniyle imparatorluk hazinesi boşalırken kilise ve manastırlar hızla zenginleşip güçleniyordu. İmparator, bu güçten hayli rahatsızlık duyuyordu. 726 yılından itibaren yayınladığı fermanlarda, manastırların kapatılması, kiliselerde bulunan dini sembollerin kaldırılması gibi ruhban sınıfın güçlenmesini engelleme amacı taşıyan maddeler yer alıyordu. Asıl amacını gizlemek için, doğuda giderek güçlenmeye başlayan Müslümanların camilerinde asla ikona bulundurmamalarını, kutsal kişileri asla resmetmemelerini, insan sureti yapmayı kesinlikle yasaklamalarını ve savaşlarda da bu sayede olağanüstü başarı kazandıklarını öne sürüyordu. 730’da, ikonalara ibadeti paganlıkla eş  tuttuğunu bildiren fermanının yayınlanmasının ardından imparatorluk içinde yine sert din mücadeleleri başlamıştı. Bir yandan, paha biçilmez ikonalar acımızca kırılırken, dini yapılardaki emsalsiz tasvirler de bir bir yok ediliyordu. Konstantinapolis’te Büyük Saray’ın Augustaion Meydanı’na bakan kapısındaki (6.y.y.da Konstantinos tasviri ile yer değiştirmiş olan) İsa figürünün kaldırılması isyanları arttırdı.

 

Ravenna ve Roma’daki din adamları gibi Venedikliler de bu duruma şiddetle karşı çıkıyorlardı. Venedik’te, 726’da seçilen üçüncü doç Orso Ipato’nun üzerinde yetkilerle donatılmış olan Bizans valisi imparatorun fermanını ilettiğinde, Venedikli din adamları zaten kurtulmak istedikleri Bizans hakimiyetine karşı durmak için sivil otoriteyi de arkalarına alarak yasaklara boyun eğmeyecekleri mesajını verdiler.

 

25 Yıl hüküm süren III. Leon’un ardından tahta oturan oğlu V. Konstantinos daha da ileri giderek imparatorluk sınırları içinde mevcut tüm ikonaların kırılmasını, tüm tasvirlerin üzerlerinin beyaz badana ile kaplanmasını, kutsal emanetlerin yakılmasını, tüm manastırların kapatılmasını, mülklerine ve servetlerine el konmasını, karşı çıkanların da öldürülmesini buyurdu. Manastırlar kışla oldu, buraya sığınan genç erkekler de imparatorluğun askerleri. Keşişler zorla evlendirildi ya da öldürüldü. Manastırların ve kilisenin tüm zenginliği artık imparatorluğa geçmişti.

 

Studios Manastırı Başrahibi Theodoros (Teodoro)


İmparatorun kiliselere uyguladığı baskılara direnmede Konstantinapolis’teki Studios Manastırı başı çekiyordu. Başrahip Theodoros (Teodoro) döneminde yani 8.y.y.ın ikinci yarısına  gelindiğinde, III. Leon’un yaktırdığı kitapların yerine yenileri hazırlanarak çok geniş bir kütüphane oluşturuldu. Kaligraflar ilk kez küçük harf kullanarak Hıristiyan yazarların yanında pagan yazarların da elyazmalarını çoğalttılar. Sayfalar emsalsiz minyatürlerle donatıldı. Manastır, ilahi yazarı da olan başrahip sayesinde bir bilim merkezi olmanın yanında ilahi söyleme merkezi haline de geldi. Manastırların gelişmesini, eğitimin ilerlemesini, dinsel özgürlüğün savunulmasını, Batı Kilisesi ile Doğu Kilisesi arasında yakınlık ve dostluk kurulmasını sağlamak için var gücüyle çalışan Theodoros imparatorların dünyevi işlerde yetkili olduğunu savunarak, imparatora karşı çıkışları ile ilgili yazılarını bir kitap halinde derledi. İlahi konularda birinci yetkilinin Roma, ikincinin Konstantinapolis ve sonra sırasıyla İskenderiye, Antakya ve Kudüs olduğunu öne sürüyordu. Manastırların çoğu onun arkasındaydı. Ama, Theodoros imparator tarafından üç kez sürgüne gönderilmekten kurtulmadı. Sürgün yeri, otoritenin git gide yitirilmeye başlandığı, neredeyse gözden çıkarılan uzak bir eyalet, Venedik idi. Theodoros burada önce Torcello’daki S.M. dell’Assunta Katedrali’nde, ardından da 774’de piskoposluk merkezi yapılan San Pietro di Castello’da din adamlarını örgütleyerek imparatorluğa başkaldırılarını sürdürdü. Artık Bizans’a bağlı olmaktan huzursuzluk duyan Venedikliler tüm güçleriyle Theodoros’u desteklediler. Doğulu yöneticiler Theodoros’u imparatorluğun bu uzak bölgesine sürgüne göndererek onun manastırlar üzerindeki etkisini azaltabileceklerini düşünmüşlerdi. Ama öyle olmadı. “İmparatorlar, tanrısal öğretiler konusunda sadece din adamlarına yardımcı olmak ve sadece dindışı işlerle ilgilenmekle yükümlüdürler” diyen Theodoros’un öğütleri imparatorluk içindeki diğer manastırlar tarafından da izleniyor ve hararetle destekleniyordu. Kiliseler zengin mal varlıklarını ve değerli ikonalarını korumak için direniyorlardı.

 

815’te Ayasofya’da yapılan toplantıda “ikonaseverler”e karşı daha sert bir mücadeleye girilmesi kararı alındı. Bu, bir anlamda Theodoros için ölüm fermanının imzalandığının da ifadesiydi. Theodoros, Venedik’ten geri çağırıldı. Ve bir süre sonra, 825 yılında başı kesilerek idam edildi.

 

Başrahiplikten azizliğe


İkonakırıcılık öncelikle başkent Konstantinapolis’te ve imparatorluğun diğer kentlerinde büyük yıkımlara neden olmuştu. Ama Venedik, belki de bu sayede, Theodoros’un da desteği ile Doğu’daki imparatora baş kaldırmış ve özgürlüğünü kazanmıştı. Venedikliler, kendileri için Bizans’tan kopuş ve tam bağımsızlık sürecini başlatan Theodoros’un ölümünü öğrendiklerinde onu hemen kentlerinin ilk koruyucu azizi ilan ettiler ve şimdi San Marko Meydanı olarak anılan yerde doçları için 811’de yapmaya başladıkları sarayın hemen yanında onun adına bir kilise inşa ettiler. Ama, 828’de aziz Markus’a (Marko) ait olan ve İskenderiye’den getirilen kutsal emanetler Venedik’e ulaştığında Venedikliler, dört İncil yazarından biri olan Markus’u (Marko - ilk İncil’in yazarıdır) kentlerinin yeni koruyucu azizi ilan edip kendilerine Doğu İmparatorluğu’nu hatırlatan Theodoros’u unuttular. Ve, 840 yılında tam bağımsız oldular. Ondan sonra da hep aziz Marko’nun adını andılar.

 

“Kutsal Savaşçı” olarak tanımlanan aziz Theodoros’un kemiklerinin aziz Nikolos’unkilerle birlikte 6 Aralık 1100 günü Venedik’e getirildiğinden söz edilir. Başı kesilerek öldürülen aziz Theodoros Venedik’te, Piazzetta’da 1172’de dikilen sütunun üzerinde yer alan heykelde savaşçı giysileriyle ve öldürmek üzere olduğu ejderhayla birlikte tasvir edilmiştir. Ejderha, ikonakırıcılık döneminin Bizans yönetimini simgeliyor olabilir. Theodoros da, bu yönetime karşı koyan kutsal savaşçıyı.

 

Vaftizci Yahya Kilisesi’nden İmrahor Camii’ne


843’te İmparatoriçe Theodora’nın önemli katkısıyla ikona ibadetine geri dönüldü ve imparatorluk topraklarındaki kiliseler ikonalarına yeniden kavuştular. İmparatorların kente giriş kapısı olan Altın Kapı ( Roma’yı kente bağlayan ve en önemli Roma yollarından biri olan Via Egnetia bu kapıda sonlanırdı) yakınlarındaki Vaftizci Yahya Kilisesi, Theodoros zamanında emsalsiz mozaiklerle kaplıydı. Kilise ve Studios Manastırı yeniden eski günlerin ihtişamına kavuştu mu tam olarak bilemiyoruz. Ama, 1204’teki Latin işgali sırasında, belki de Venedik donanmasına komuta eden doç Enrico Dandolo’nun geçmişin öcünü alma arzusuyla, tüm başkent yağmalanırken burası da harap oldu. Değerli elyazmaları, altın ve gümüş eşyalar, ikonalar, mozaikler bir bir Venedik’e taşındı. Şu an, Atina Benaki Müzesi’nde Meryem Ana tasvirinin bulunduğu mozaik parçası kilisenin ne denli değerli mozaiklere sahip olduğunun bir göstergesi. Venedik San Marko Bazilikası’nda bulunan pek çok parçanın da İstanbul’dan taşındığı biliniyor.

 

Konstantinapolis 57 yıl süren Latin işgalinden kurtulup 1261’de Palailogoslar’ın yönetimine girdiğinde, Studios Manastırı ve Vaftizci Yahya  Kilisesi yeniden (1293’te) onarıldı ve fetihten sonra 1486’da, II. Bayezid döneminde, İmrahor İlyas Bey tarafından camiye çevrilerek İmrahor Camii adını aldı. Yedikule’de bulunan bu cami Osmanlı döneminde İstanbul’un büyük camileri arasında anılırdı.

 

Artık Altın Kapı’dan, imparatorlar değil sefere giden ve dönen padişahlar geçer olmuştu. Ama, adı her ne kadar aynı kalsa da kapının kanatları çoktan Venedik’teki yerlerini almıştı. Bazı kaynaklara göre, San Marko Bazilikası’nın ana giriş kapısının kanatları bunlardı. ( Bazı kaynaklarda ise bu bazilikanın kapı kanatlarının Sultanahmet’deki Büyük Saray’a ait olduğundan söz edilir.)

 

İmrahor Camii 1782’de yandı. Yeniden onarıldı. 1894’de bir depremle tahrip olan caminin ahşap çatısı 1908’deki depremde tamamen çökünce de bir daha asla tamir edilmedi. Ancak, 1907-1908 arasında Rus Arkeoloji Enstitüsü tarafından burada yapılan  kazılarda kilisenin en parlak dönemlerine ait ikonaların yüzeylerinin bir kısmını kaplamakta kullanılan sarı ve yeşil rengin hakim olduğu bitkisel bezeme motifleriyle dolu çini levhalar ele geçirilmişti.

 

Bugün, yabani otlarla kaplı ana sahında yükselen sütunları ve harap durumdaki dört duvarı ile zamana direnmeye çalışan, Hıristiyanlık tarihinin bu çok önemli kilisesi restorasyon için yeterli kaynak bulunamadığı gerekçesi ile kaderine terk edilmiş durumdadır ve İstanbul’un  ayakta kalmayı başarmış en eski dini yapıları arasında sayabileceğimiz bu önemli yapı ( ne yazıktır ki) ziyarete kapalı tutulmaktadır.

 

Vaftizci Yahya Kilisesi ve Studios Manastırı’nı imparatorluğun dört bir yanında ünlendiren Theodoros’tan geriye kalan ise, Venedik’te Piazzetta’daki sütunun üzerinde duran bir heykeldir. Artık, ne onu hatırlayan vardır, ne de onun yaşadığı bu muhteşem mekanı tanıyan...

 


Emel ALTAN EGE – 1 Mart 2004  

 

Yararlanılan Kaynaklardan Bazıları:

*Bizans ve Venedik / Diplomatik ve Kültürel İlişkiler Üzerine

  Donald M. Nicol  - Sabancı Üniversitesi 2000

*Bizans Devleti Tarihi

  Georg Ostrogorsky - Türk Tarih Kurumu 1999

*A History of Venice

  John Julius Norwich – Penguin Boks 1983

*Kuruluşundan Yıkılışına Kadar Bizans Tarihi

  M.V. Levçenko – Özne Yayınları 1999

*Dünya Tarihi

  William H. McNeil – İmge Kitabevi 1994

*Bizans Tarihi

  Paul Lemerle – İletişim Yayınları 1994

 

 

Bu makale Sayın Emel Altan Ege tarafından sitemizde yayınlanması amacıyla ItalyaOnline.Net'e yollanmıştır.

Kendisine teşekkür ederiz.

 

 


Site içi arama   -   İletişim   -  BLOG

© Copyright 2002-2017 by italyaonline.net - Tüm hakları Saklıdır    -  English