İlk
çağlarda, kentlerin, ırmakların, denizin, gemicilerin koruyucu tanrıları
vardı. Bu tanrılar/tanrıçalar adına tapınaklar inşa edilirdi.
Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu topraklarında yayılmaya başladığı
yıllarda ise, pagan gelenekleri yavaş yavaş bu yeni dine adapte edilerek
halkın kolaylıkla benimsemesi amaçlanmıştı. I. Konstantinos her ne kadar
ölüm döşeğine kadar vaftiz olmadıysa da, dindar annesi Helena’nın etkisinden
mi bilinmez, yeni başkenti Konstantinapolis’e yerleşmeden önce
tüm mal varlığını Roma Kilisesi’ne bağışlamıştı. Pazar gününü yine Güneş’e
adayarak Hıristiyanlar için de “Kutsal Gün” ilan etmesi anlamlıydı.
Tanrılardan
azizlere...
İsa’nın
çarmıha gerilmesinin ardından Hıristiyanlığın tüm Roma topraklarında resmi
din olarak kabulüne kadar geçen süre içinde Hıristiyanlığa inananlar pek çok
şehit vermişlerdi. M.S. 5. y.y.dan itibaren bu din şehitlerinin aziz ilan
edilmeleri, adlarına kiliseler yapılarak “kutsal emanet” sayılan saç teli,
diş, kemik, giysi ve diğer eşya parçalarının bu kiliselerdeki özel
bölümlere yerleştirilmesi bir gelenek olmuştu. İnanışa göre de, bu
kiliselerin bulunduğu kentler o azizlerin koruması altına girmişti. (Konstantinapolis’in
koruyucu azizesi Bakire Meryem’di.) Başka bir deyişle, artık kentlerin
koruyucu tanrıları değil, koruyucu azizleri vardı. Azizler, tanrılarla yer
değiştirmişti.
İsa’nın
havarilerinden olan Petrus (Pietro), henüz paganlığın hüküm sürdüğü dönemde,
çoğunluğu okuma yazma bilmeyen halka İsa’yı ve mucizelerini anlatabilmek
için resimleriyle ünlenen Yusuf’tan yardım istemişti. Roma İmparatorluğu’nun
dört bir yanında pagan tapınaklarıyla Hıristiyan bazilikaları yer
değiştirmeye başladığında da bu resimler binaların tavanlarını, duvarlarını
ve panoları süslüyordu. İsa’yı, hayatını ve mucizelerini anlatan altın
mozaiklerle gösterişli biçimde bezenen kiliseler 6. y.y.dan itibaren daha
kalabalık gurupların akınına uğramaya başladı. Bağışlar sayesinde gitgide
zenginleşen kiliselerin artık vaftizhaneleri, dispanser ve hastaneleri,
yetimhaneleri, imarethaneleri, huzurevleri, en önemlisi de manastırları
vardı. Manastırların kendi kütüphaneleri, kütüphane görevlileri, hazineleri,
kitap yazma-bezeme-resimleme-ciltleme atölyeleri bulunuyordu.
Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun tüm topraklarında resmi din olmasını
sağlayan I.Theodosius’un M.S. 450’de ölümünün ardından
Konstantinapolis’te “Doğu Konsülü” olarak bulunan Studios, 454’de
Vaftizci Yahya adına kutsanmış olan Hagios Ioannes Prodromos Kilisesi’ne
bağlı Studios Manastırı’nı kurdu. İlk kitap çoğaltım işliği
yani Scriptorium burada kuruldu. Zaman içinde, buradaki rahip
ve keşişlerin hazırladıkları değerli el yazmaları ve emsalsiz ikonalar
imparatorluğun her yerinde ünlenmişti. Diğer manastırlar gibi, bu kilise ve
manastır da bu sayede gitgide gelişti, zenginleşti ve güçlendi.
Manastırın
gücü...
Bu arada,
imparatorluk içinde büyük mücadeleler yaşanıyordu. Paganlıktan
Hıristiyanlığa geçişin ardından sağlanan din birliği imparatorluğun siyasi
birliğini sağlamaya yetmemiş, önceleri Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılan
Roma İmparatorluğu’nda özellikle Gotların, Perslerin ve Arapların
istilalarıyla bir çok önemli merkez elden çıkmıştı. Batıda, İtalya
yarımadasında Lombard saldırıları sonucunda hayli toprak kaybedilmişken,
Ravenna ve Venedik merkezli, birbirinden kopuk küçük toprak parçaları
Doğu’nun hakimiyetine girmişti. Venedik Lagünü çevresinde bulunan 12 merkez,
Lombardlar’a tek bir güç olarak direnme kararıyla birleşerek Grado
Patriği’nin önderliğinde, 697 yılında ilk kez “12 Başı” yani Doç (dozi, dux,
doge) unvanıyla Paoluccio Anafesto’yu seçti ve Heraklea bu dükalığın ilk
merkezi oldu. M.S. 717’de ölen Doç, Batı Roma İmparatorluğu’nun yeniden güç
kazanması için çok çabalamıştı. Bu durum, Konstantinapolis
merkezli Doğu İmparatorluğu’nda hiç de hoş karşılanmadı.
“Basileus eimi kai hierus eimi”
yani “
Ben hem imparatorum hem rahibim”
Bu sözlerin
sahibi Suriye doğumlu komutan III. Leon Doğu imparatoru olarak tahta
çıktığında öncelikle Doğu’daki saldırılarla baş etmeye çalıştı. Ancak,
erkekler savaş meydanına gitmektense manastırlara katılmayı tercih
ediyorlar, kiliselerin büyük arazilerinde tarımla ya da elişleriyle
uğraşıyorlardı. Savaşlar nedeniyle imparatorluk hazinesi boşalırken kilise
ve manastırlar hızla zenginleşip güçleniyordu. İmparator, bu güçten hayli
rahatsızlık duyuyordu. 726 yılından itibaren yayınladığı fermanlarda,
manastırların kapatılması, kiliselerde bulunan dini sembollerin kaldırılması
gibi ruhban sınıfın güçlenmesini engelleme amacı taşıyan maddeler yer
alıyordu. Asıl amacını gizlemek için, doğuda giderek güçlenmeye başlayan
Müslümanların camilerinde asla ikona bulundurmamalarını, kutsal kişileri
asla resmetmemelerini, insan sureti yapmayı kesinlikle yasaklamalarını ve
savaşlarda da bu sayede olağanüstü başarı kazandıklarını öne sürüyordu.
730’da, ikonalara ibadeti paganlıkla eş tuttuğunu bildiren fermanının
yayınlanmasının ardından imparatorluk içinde yine sert din mücadeleleri
başlamıştı. Bir yandan, paha biçilmez ikonalar acımızca kırılırken, dini
yapılardaki emsalsiz tasvirler de bir bir yok ediliyordu.
Konstantinapolis’te Büyük Saray’ın Augustaion
Meydanı’na bakan kapısındaki (6.y.y.da Konstantinos tasviri ile yer
değiştirmiş olan) İsa figürünün kaldırılması isyanları arttırdı.
Ravenna ve
Roma’daki din adamları gibi Venedikliler de bu duruma şiddetle karşı
çıkıyorlardı. Venedik’te, 726’da seçilen üçüncü doç Orso Ipato’nun üzerinde
yetkilerle donatılmış olan Bizans valisi imparatorun fermanını ilettiğinde,
Venedikli din adamları zaten kurtulmak istedikleri Bizans hakimiyetine karşı
durmak için sivil otoriteyi de arkalarına alarak yasaklara boyun
eğmeyecekleri mesajını verdiler.
25 Yıl hüküm
süren III. Leon’un ardından tahta oturan oğlu V. Konstantinos daha da ileri
giderek imparatorluk sınırları içinde mevcut tüm ikonaların kırılmasını, tüm
tasvirlerin üzerlerinin beyaz badana ile kaplanmasını, kutsal emanetlerin
yakılmasını, tüm manastırların kapatılmasını, mülklerine ve servetlerine el
konmasını, karşı çıkanların da öldürülmesini buyurdu. Manastırlar kışla
oldu, buraya sığınan genç erkekler de imparatorluğun askerleri. Keşişler
zorla evlendirildi ya da öldürüldü. Manastırların ve kilisenin tüm
zenginliği artık imparatorluğa geçmişti.
Studios Manastırı Başrahibi Theodoros (Teodoro)
İmparatorun kiliselere
uyguladığı baskılara direnmede
Konstantinapolis’teki Studios
Manastırı başı çekiyordu. Başrahip Theodoros (Teodoro) döneminde yani
8.y.y.ın ikinci yarısına gelindiğinde, III. Leon’un yaktırdığı kitapların
yerine yenileri hazırlanarak çok geniş bir kütüphane oluşturuldu.
Kaligraflar ilk kez küçük harf kullanarak Hıristiyan yazarların yanında
pagan yazarların da elyazmalarını çoğalttılar. Sayfalar emsalsiz
minyatürlerle donatıldı. Manastır, ilahi yazarı da olan başrahip sayesinde
bir bilim merkezi olmanın yanında ilahi söyleme merkezi haline de geldi.
Manastırların gelişmesini, eğitimin ilerlemesini, dinsel özgürlüğün
savunulmasını, Batı Kilisesi ile Doğu Kilisesi arasında yakınlık ve dostluk
kurulmasını sağlamak için var gücüyle çalışan Theodoros imparatorların
dünyevi işlerde yetkili olduğunu savunarak, imparatora karşı çıkışları ile
ilgili yazılarını bir kitap halinde derledi. İlahi konularda birinci
yetkilinin Roma, ikincinin
Konstantinapolis ve sonra sırasıyla İskenderiye, Antakya ve Kudüs olduğunu
öne sürüyordu. Manastırların çoğu onun arkasındaydı. Ama, Theodoros
imparator tarafından üç kez sürgüne gönderilmekten kurtulmadı. Sürgün yeri,
otoritenin git gide yitirilmeye başlandığı, neredeyse gözden çıkarılan uzak
bir eyalet, Venedik idi. Theodoros burada önce Torcello’daki S.M.
dell’Assunta Katedrali’nde, ardından da 774’de piskoposluk merkezi yapılan
San Pietro di Castello’da din adamlarını örgütleyerek imparatorluğa
başkaldırılarını sürdürdü. Artık Bizans’a bağlı olmaktan huzursuzluk duyan
Venedikliler tüm güçleriyle Theodoros’u desteklediler. Doğulu yöneticiler
Theodoros’u imparatorluğun bu uzak bölgesine sürgüne göndererek onun
manastırlar üzerindeki etkisini azaltabileceklerini düşünmüşlerdi. Ama öyle
olmadı.
“İmparatorlar, tanrısal öğretiler konusunda sadece din adamlarına yardımcı
olmak ve sadece dindışı işlerle ilgilenmekle yükümlüdürler” diyen Theodoros’un öğütleri imparatorluk içindeki diğer
manastırlar tarafından da izleniyor ve hararetle destekleniyordu. Kiliseler
zengin mal varlıklarını ve değerli ikonalarını korumak için direniyorlardı.
815’te Ayasofya’da
yapılan toplantıda “ikonaseverler”e karşı daha sert bir mücadeleye girilmesi
kararı alındı. Bu, bir anlamda Theodoros için ölüm fermanının imzalandığının
da ifadesiydi. Theodoros, Venedik’ten geri çağırıldı. Ve bir süre sonra, 825
yılında başı kesilerek idam edildi.
Başrahiplikten azizliğe
İkonakırıcılık öncelikle başkent Konstantinapolis’te ve
imparatorluğun diğer kentlerinde büyük yıkımlara neden olmuştu. Ama Venedik,
belki de bu sayede, Theodoros’un da desteği ile Doğu’daki imparatora baş
kaldırmış ve özgürlüğünü kazanmıştı. Venedikliler, kendileri için Bizans’tan
kopuş ve tam bağımsızlık sürecini başlatan Theodoros’un ölümünü
öğrendiklerinde onu hemen kentlerinin ilk koruyucu azizi ilan ettiler ve
şimdi San Marko Meydanı olarak anılan yerde doçları için 811’de yapmaya
başladıkları sarayın hemen yanında onun adına bir kilise inşa ettiler. Ama,
828’de aziz Markus’a (Marko) ait olan ve İskenderiye’den getirilen kutsal
emanetler Venedik’e ulaştığında Venedikliler, dört İncil yazarından biri
olan Markus’u (Marko - ilk İncil’in yazarıdır) kentlerinin yeni koruyucu
azizi ilan edip kendilerine Doğu İmparatorluğu’nu hatırlatan Theodoros’u
unuttular. Ve, 840 yılında tam bağımsız oldular. Ondan sonra da hep aziz
Marko’nun adını andılar.
“Kutsal
Savaşçı” olarak tanımlanan aziz Theodoros’un kemiklerinin aziz
Nikolos’unkilerle birlikte 6 Aralık 1100 günü Venedik’e getirildiğinden söz
edilir. Başı kesilerek öldürülen aziz Theodoros Venedik’te, Piazzetta’da
1172’de dikilen sütunun üzerinde yer alan heykelde savaşçı giysileriyle ve
öldürmek üzere olduğu ejderhayla birlikte tasvir edilmiştir. Ejderha,
ikonakırıcılık döneminin Bizans yönetimini simgeliyor olabilir. Theodoros
da, bu yönetime karşı koyan kutsal savaşçıyı.
Vaftizci
Yahya Kilisesi’nden İmrahor Camii’ne
843’te
İmparatoriçe Theodora’nın önemli katkısıyla ikona ibadetine geri dönüldü ve
imparatorluk topraklarındaki kiliseler ikonalarına yeniden kavuştular.
İmparatorların kente giriş kapısı olan Altın Kapı ( Roma’yı
kente bağlayan ve en önemli Roma yollarından biri olan Via Egnetia bu kapıda
sonlanırdı) yakınlarındaki Vaftizci Yahya Kilisesi, Theodoros zamanında
emsalsiz mozaiklerle kaplıydı. Kilise ve Studios Manastırı yeniden eski
günlerin ihtişamına kavuştu mu tam olarak bilemiyoruz. Ama, 1204’teki Latin
işgali sırasında, belki de Venedik donanmasına komuta eden doç Enrico
Dandolo’nun geçmişin öcünü alma arzusuyla, tüm başkent yağmalanırken burası
da harap oldu. Değerli elyazmaları, altın ve gümüş eşyalar, ikonalar,
mozaikler bir bir Venedik’e taşındı. Şu an, Atina Benaki Müzesi’nde Meryem
Ana tasvirinin bulunduğu mozaik parçası kilisenin ne denli değerli
mozaiklere sahip olduğunun bir göstergesi. Venedik San Marko Bazilikası’nda
bulunan pek çok parçanın da İstanbul’dan taşındığı biliniyor.
Konstantinapolis
57 yıl süren Latin işgalinden kurtulup 1261’de Palailogoslar’ın yönetimine
girdiğinde, Studios Manastırı ve Vaftizci Yahya Kilisesi yeniden (1293’te)
onarıldı ve fetihten sonra 1486’da, II. Bayezid döneminde, İmrahor İlyas Bey
tarafından camiye çevrilerek İmrahor Camii adını aldı. Yedikule’de bulunan
bu cami Osmanlı döneminde İstanbul’un büyük camileri arasında
anılırdı.
Artık Altın
Kapı’dan, imparatorlar değil sefere giden ve dönen padişahlar geçer olmuştu.
Ama, adı her ne kadar aynı kalsa da kapının kanatları çoktan Venedik’teki
yerlerini almıştı. Bazı kaynaklara göre, San Marko Bazilikası’nın ana giriş
kapısının kanatları bunlardı. ( Bazı kaynaklarda ise bu bazilikanın kapı
kanatlarının Sultanahmet’deki Büyük Saray’a ait olduğundan söz edilir.)
İmrahor
Camii 1782’de yandı. Yeniden onarıldı. 1894’de bir depremle tahrip olan
caminin ahşap çatısı 1908’deki depremde tamamen çökünce de bir daha asla
tamir edilmedi. Ancak, 1907-1908 arasında Rus Arkeoloji Enstitüsü tarafından
burada yapılan kazılarda kilisenin en parlak dönemlerine ait ikonaların
yüzeylerinin bir kısmını kaplamakta kullanılan sarı ve yeşil rengin hakim
olduğu bitkisel bezeme motifleriyle dolu çini levhalar ele geçirilmişti.
Bugün,
yabani otlarla kaplı ana sahında yükselen sütunları ve harap durumdaki dört
duvarı ile zamana direnmeye çalışan, Hıristiyanlık tarihinin bu çok önemli
kilisesi restorasyon için yeterli kaynak bulunamadığı gerekçesi ile kaderine
terk edilmiş durumdadır ve İstanbul’un ayakta kalmayı
başarmış en eski dini yapıları arasında sayabileceğimiz bu önemli yapı ( ne
yazıktır ki) ziyarete kapalı tutulmaktadır.
Vaftizci
Yahya Kilisesi ve Studios Manastırı’nı imparatorluğun dört bir yanında
ünlendiren Theodoros’tan geriye kalan ise, Venedik’te Piazzetta’daki sütunun
üzerinde duran bir heykeldir. Artık, ne onu hatırlayan vardır, ne de onun
yaşadığı bu muhteşem mekanı tanıyan...
Emel ALTAN
EGE – 1 Mart 2004
Yararlanılan Kaynaklardan Bazıları:
*Bizans ve
Venedik / Diplomatik ve Kültürel İlişkiler Üzerine
Donald M.
Nicol - Sabancı Üniversitesi 2000
*Bizans
Devleti Tarihi
Georg
Ostrogorsky - Türk Tarih Kurumu 1999
*A History
of Venice
John
Julius Norwich – Penguin Boks 1983
*Kuruluşundan Yıkılışına Kadar Bizans Tarihi
M.V.
Levçenko – Özne Yayınları 1999
*Dünya
Tarihi
William H.
McNeil – İmge Kitabevi 1994
*Bizans
Tarihi
Paul
Lemerle – İletişim Yayınları 1994
Bu makale
Sayın Emel Altan Ege tarafından sitemizde yayınlanması
amacıyla ItalyaOnline.Net'e yollanmıştır.
Kendisine teşekkür ederiz.
|